Orman Yangınlarında Veri Temelli Risk Yönetimi: TSRS Perspektifi ve UrClimate Next’in Çözümleri

Veri Temelli Risk Yönetiminin Önemi
Önceki yazımızda iklim değişikliğinin orman yangınlarını nasıl tetiklediğini ve çarpıcı istatistikleri ele almıştık. Bu defa konuyu veri temelli risk yönetimi ekseninde inceleyeceğiz. Özellikle aşırı hava olaylarının arttığı yeni iklim gerçekliğinde, orman yangınlarının erken uyarı ve önleme mekanizmaları için gelişmiş veri analitiği son derece kritik hale geliyor. Uydu yangın algılama sistemleri, meteorolojik indeksler (ör. Yangın Hava Endeksi) ve gerçek zamanlı hava durumu tahminleri, yüksek riskli koşulları günler hatta haftalar öncesinden saptamayı mümkün kılıyor. Örneğin, NASA ve NOAA gibi kurumlarca sağlanan gerçek zamanlı yangın hava tehlike tahminleri, sıcaklık, nem, rüzgâr ve toprak nemi verilerini anlık olarak takip ederek yangın çıkış olasılığını tahmin edebiliyor. Bu sayede, proaktif önlem almak ve kritik altyapıları korumak çok daha kolay hale geliyor.

Kısa vadeli (birkaç gün ya da hafta) tahminlerin yanı sıra, orta ve uzun vadeli öngörüler de büyük önem taşıyor. Örneğin Bentivegna (2024) adlı araştırmacının makine öğrenimiyle geliştirdiği model, Google Earth Engine tabanlı veri setlerini kullanarak düzenli olarak yangın risk haritaları üretebiliyor. Böylece iklim, arazi ve bitki örtüsü parametrelerinin değişimine bağlı olarak risk seviyeleri otomatik güncelleniyor. Mühendisler ve sürdürülebilirlik profesyonelleri, bu haritaları kullanarak acil durum planlamasını ve kaynak dağıtımını daha isabetli gerçekleştirebiliyor. Dolayısıyla, veri temelli erken uyarı sistemleri, orman yangınlarının tamamen önüne geçemese de zararın kapsamını ve can kayıplarını ciddi ölçüde azaltma potansiyeline sahip.

TSRS Kapsamında Orman Yangını Riskleri
Türkiye’de yeni yürürlüğe giren Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), şirketlerin iklim risklerini daha şeffaf ve nicel bir şekilde raporlamasını gerektiriyor. TSRS 2: İklimle İlgili Açıklamalar standardı uyarınca, orman yangınları da “fiziksel iklim riskleri” arasında sayılıyor. Özellikle ani gelişen (akut) risk grubunda değerlendirilen bu yangınların, kurumsal varlıklar ve tedarik zincirleri üzerindeki olası etkilerini şirketlerin raporlaması bekleniyor. Bu da firmaları, kısa, orta ve uzun vadeli zaman dilimlerinde orman yangını riskinin finansal etkisini değerlendirmeye itiyor. Ayrıca IPCC ve benzeri küresel kaynaklardan elde edilen iklim senaryoları (ör. RCP 4.5, RCP 8.5) kullanılarak, ilerleyen yıllarda yangın sezonunun ne ölçüde uzayabileceği veya şiddetlenebileceği senaryo analiziyle raporlara yansıtılabiliyor. Bu yaklaşım, sadece yasal uyum amacı gütmüyor; aynı zamanda yatırımcı güvenini artırarak şirketlerin iklim dirençliliğini net şekilde ortaya koyuyor.

UrClimate Next’in Orman Yangınına Yönelik Çözümleri
Tam da bu noktada devreye giren UrClimate Next, kurumsal iklim risk yönetimi için yenilikçi araçlar sunuyor. Platform, yangın risk haritaları ve coğrafi bilgi sistemleri (GIS) entegrasyonu sayesinde kullanıcıların varlık lokasyonlarını harita üzerinde işaretlemesine ve her bir varlığın yangın tehlikesini gerçek zamanlı olarak takip etmesine imkan tanıyor. Yüksek çözünürlüklü uydu verileri, geçmiş yangın kayıtları ve iklim projeksiyonları gibi verileri bütünleştiren bu sistem, kısa, orta ve uzun vadeli risk seviyelerini nesnel bir skorla ifade ediyor. Örneğin, bir enerji santralinin bulunduğu bölgenin önümüzdeki beş yıl içinde giderek daha kurak hale gelebileceği öngörülüyorsa, platform bunu “orta vadeli yüksek risk” şeklinde gösteriyor.

UrClimate Next, TSRS uyumlu raporlama için de kritik bilgiler sağlıyor. Örneğin, “en kötü senaryo” altında şirketin tesisi için ortaya çıkabilecek zarar tutarı ya da operasyonel kesinti tahminlerini sunarak riskin finansal boyutunu gözler önüne seriyor. Böylece şirket yöneticileri, uzman validasyonu eşliğinde proaktif eylem planları geliştirebiliyor: Yangın söndürme altyapısını güçlendirmek, yangına dayanıklı malzemelerle tesis modernizasyonu yapmak veya riskin yüksek olduğu sezonda operasyonel önlemler almak gibi. Sonuç olarak, UrClimate Next, hem operasyonel hem de stratejik risk yönetimi süreçlerinde veri temelli kararlar almayı kolaylaştırıyor.

Sonuç ve Öneriler
Orman yangınları, iklim değişikliğinin en yakıcı tezahürlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Şirketler, mühendisler ve sürdürülebilirlik profesyonelleri açısından bu riskin sadece farkında olmak değil, aynı zamanda ileriye dönük planlama yaparak zararları en aza indirmek de büyük önem taşıyor. TSRS ve TCFD gibi raporlama standartlarının da devreye girmesiyle, ormanın yangın riskini şeffaf biçimde ölçmek ve buna yönelik somut önlemleri ortaya koymak adeta bir zorunluluk haline geldi. UrClimate Next gibi yüksek çözünürlüklü veri ve senaryo analiz araçları, gerçekçi ve eyleme dönük kararlar için gerekli altyapıyı sunuyor. Bu yaklaşım sayesinde kurumlar, hem yasal uyum gerekliliklerini karşılayabilir hem de iklim dirençliliğini artırarak değerli varlıklarını ve operasyonlarını koruyabilirler.

Lokasyon Bazlı İklim Verisi: Binlerce Satır Veriye Son, Anında Rapora Merhaba

Bir önceki bölümde, iklim risk verisi toplamanın ve standarda uyumlu raporlama yapmanın ne kadar meşakkatli olabileceğini tartıştık. Peki, bu kadar karmaşık bir süreci daha verimli hale getirmenin yolu nedir? İşte bu noktada devreye yeni nesil dijital araçlar giriyor.

İklim Risk Analizinde Aşamalar Bir mühendisi veya finans uzmanını düşünün; TSRS, TCFD, Bankalar Birliği gibi çeşitli rehberlerin yanı sıra, uluslararası iklim model verilerine de hâkim olması gerekiyor. Çoğu zaman yapılacak iş adımları şu şekilde özetlenebilir:

  1. Proje Lokasyonunun Belirlenmesi: Farklı coğrafi bölgeler, farklı aşırı hava olaylarına ve iklim dinamiklerine sahip olabilir.
  2. Tarihsel Veri Analizi: Son 20-30 yıllık sıcaklık, yağış ve felaket istatistiklerinin incelenmesi.
  3. Gelecek Senaryoların Seçimi: RCP4.5, RCP8.5 veya SSP bazlı modeller arasından sektöre/şirkete uygun olanının seçilmesi.
  4. Zaman Ufkunun Belirlenmesi: Kısa vadede (örneğin 5 yıl), orta vadede (10-15 yıl) ve uzun vadede (15+ yıl) farklı risk öngörüleri oluşturmak.
  5. Risk Tiplerinin Tanımlanması: Sel, fırtına, kuraklık, sıcak hava dalgası, deniz seviyesi yükselmesi vb.
  6. Veri Kaynaklarının Entegrasyonu: Meteoroloji, IPCC, Copernicus, ulusal ve bölgesel veri tabanları.
  7. Haritalandırma ve Raporlama: Sonuçların proje sahipleri veya yöneticiler açısından anlaşılır biçimde sunulması.

Çoğu organizasyon bunların tamamını manuel yöntemlerle veya Excel benzeri genel amaçlı araçlarla yapmaya çalıştığında, hem zaman kaybediyor hem de çok sayıda veri entegrasyon hatası riski oluşuyor.

UrClimate Next: Neden Fark Yaratıyor?UrClimate Next” adını verdiğimiz SaaS çözümü, bu yedi adımı büyük ölçüde otomatikleştiriyor. Yapmanız gereken tek şey, proje lokasyonunu harita üzerinde işaretlemek. Sistem, o lokasyonun geçmiş ve gelecek dönem (örneğin 2030, 2050, 2100 vb.) sıcaklık-yağış projeksiyonlarını, olası sel ve kuraklık haritalarını, hatta ekstrem olay istatistiklerini tek tıkla önünüze getiriyor. Bu veriler, TSRS ya da TCFD uyumlu bir rapor hazırlamak isteyen profesyoneller için doğrudan “kullanıma hazır” formata dönüştürülüyor.

Kullanıcı Dostu Arayüz Birçok veri kaynağını aynı panelde görüp geçmiş, güncel ve gelecek projeksiyonları kıyaslama imkânı, aynı zamanda hataya açık manuel süreci de ortadan kaldırıyor. Örneğin, Bankalar Birliği’nin beklediği “fiziksel risk ısı haritası”nı tek ekranda inceleyebilir, senaryolar arasında anında geçiş yaparak farklı varsayımların sonucunu hızlıca görebilirsiniz.

Çoklu Sektörel Yaklaşım Her sektör farklı risklerle karşı karşıya olduğundan, UrClimate Next’teki analiz modülleri inşaat, enerji, tarım, lojistik gibi farklı alanlara özel olarak tasarlanmıştır. Böylelikle mühendis kökenli bir sürdürülebilirlik danışmanı, enerji santrali lokasyonu için sıcaklık ve yağış trendlerini önceliklendirirken; finans kökenli bir banka yöneticisi, kredi portföyündeki projeleri coğrafi konumlarına göre toplu analiz edebilir.

Hızlı Uyumluluk ve Raporlama TSRS standartları veya TCFD rehberleri, verilerin nasıl raporlanması gerektiğine dair belirli şablonlar ve metrikler sunar. UrClimate Next, bu formatlara uygun rapor çıktısı almanızı otomatik hale getirir. Böylece raporun hazırlanması, haftalar yerine günler veya saatler alır. Aynı zamanda, standartlar güncellendiğinde sistem de otomatik güncellenerek kullanıcıyı en yeni gerekliliklerle uyumlu tutar.

UrClimate ile Bilgi Desteği Bu teknik altyapının yanında, iklimriskleri.com gibi sektör uzmanlarını ve güncel gelişmeleri takip eden bir platform üzerinden, kullanıcılar sürekli olarak eğitim içeriklerine ve örnek vaka analizlerine de erişebilirler. Uygulamalı rehberlik sayesinde, teknolojik çözümün sağladığı verileri nasıl yorumlayacaklarını daha iyi kavrarlar.

Sonuç: Zorlu Süreci Kolaylaştıran Otomasyon Özetle, TCFD gibi global rehberlerden TSRS gibi ulusal standartlara uzanan geniş yelpazedeki beklentileri karşılamak, geleneksel yöntemlerle son derece karmaşık ve zaman alan bir iştir. Bununla birlikte UrClimate Next gibi SaaS tabanlı çözümler, otomatik veri toplama, senaryo analizi, haritalandırma ve raporlama işlevlerini tek çatı altında sunarak hem hata payını azaltıyor hem de hız kazandırıyor. Günün sonunda, kurumlar iklim risklerini çok daha bütüncül ve güvenilir şekilde yönetirken, “acaba hangi veriyi nereden alacağız?” sorusunu da geride bırakmış oluyorlar. Bu sayede sürdürülebilirlik uzmanları, mühendisler ve finans profesyonelleri ana iş stratejilerine daha fazla odaklanabiliyor.

İklim Riskleri Kâbusunuz Olmasın: TSRS ve TCFD Standartlarını Kolaylaştırmanın Yolları

Günümüzde iklim değişikliği yalnızca bir çevre sorunu olmaktan çıkmış durumda; şirketlerin, bankaların ve yatırımcıların karar süreçlerinde belirleyici bir risk unsuru haline gelmiştir. Buna bağlı olarak, çeşitli yasal düzenlemeler ve standartlar da (TSRS, TCFD, Bankalar Birliği vb.) kurumların sürdürülebilirlik ve iklim risklerini çok daha sistematik bir biçimde raporlamasını zorunlu kılıyor. Ancak bu yönergeleri gerçek hayata aktarmak, çoğu zaman uzmanlar için dahi oldukça karmaşık ve masraflı süreçlere yol açabiliyor. İşte tam da bu karmaşıklık, bizleri yeni nesil çözümler aramaya yönlendiriyor.

Sektördeki Standartların Kapsamı ve Zorlukları Sürdürülebilirlik odaklı finansman, sigorta ve mühendislik projelerinde, iklim risklerine dair veri toplamak çok katmanlı bir çaba gerektiriyor. Örneğin TSRS (Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları), TCFD (Task Force on Climate-Related Financial Disclosures) veya Bankalar Birliği’nin kılavuzları, raporlama yapan işletmelerin kısa, orta ve uzun vadede karşılaşabilecekleri fiziksel ve geçiş risklerini belirlemesini şart koşar. Bir mühendis ya da finans uzmanı, bu tür standartların gerektirdiği veri bütününü elde etmek için önce meteoroloji verilerine, ardından küresel ve bölgesel iklim model projeksiyonlarına, daha sonra da coğrafi analiz yöntemlerine (Coğrafi Bilgi Sistemleri gibi) başvurmak zorunda kalır.

Bu yolculuk, pratikte birçok kaynağı paralel olarak takip etmeyi ve ciddi bir veri analizi becerisini gerektirir. Örneğin;

  • Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM) ya da AFAD gibi kurumların geçmiş kayıtlardan elde edilebilen tarihsel sıcaklık, yağış ve doğal afet verilerini toplamak,
  • IPCC veya Copernicus gibi uluslararası platformların sunduğu ileriye dönük iklim senaryolarını (RCP4.5, RCP8.5 vb.) inceleyerek proje süresine uygun modeller seçmek,
  • Tüm bu modelleri işletmenin lokasyonlarıyla birleştirerek hangi bölgelerin sel, kuraklık veya sıcak hava dalgaları gibi risklere daha açık olduğuna karar vermek…

Bunların hepsi ayrı uzmanlıklar ve yazılım araçları gerektiriyor. Ayrıca, hangi zaman ufkunu (kısa, orta, uzun vade) kullanacağınızı tanımlamak da kurumun stratejik hedefleri ile yasal standartların yönlendirmesini harmanlamayı gerektirir. Kimi sektörde 5 yıllık süre kısa vade sayılabilirken, bir başka sektörde 10-15 yıllık dönem “orta vade” olarak görülebilir. Dolayısıyla raporlama, sadece veri toplama değil, aynı zamanda karmaşık bir metodoloji belirleme işidir.

İşin Maliyeti ve Riskleri Bu denli detaylı veri toplamak ve analiz yapmak, iş gücü ve zaman maliyeti getiriyor. Özellikle küçük-orta ölçekli firmalar veya henüz bu konularda tecrübesi olmayan mühendis/finans ekibi için hata yapma riski de artıyor. Yanlış senaryo seçimi, yetersiz coğrafi analiz veya eksik veri girişi, firmanın gelecek projeksiyonlarını yanıltabilir ve stratejik yatırımları tehlikeye atabilir. Ayrıca mevzuata uyumluluğun sağlanamaması, daha büyük yasal ve finansal yaptırımların yolunu açabilir.

Yeni Nesil Çözüm: UrClimate Next Tam da bu noktada, iklimriskleri.com gibi sektör rehberliği sunan portalların yanı sıra “UrClimate Next” gibi SaaS (Software as a Service) platformları hayat kurtarıcı hale geliyor. Bu tür çözümler, kullanıcının proje lokasyonunu harita üzerinden seçmesiyle birlikte, ilgili koordinat için tarihsel ve gelecek dönem iklim göstergelerini tek ekranda sunabiliyor. Böylelikle, karmaşık senaryo modelleme aşaması veya sayısız veriyi bir arada tutma zorunluluğu ortadan kalkıyor. Sonuçta sürdürülebilirlik uzmanları ya da finans analistleri, sadece risk analizinin çıktılarına odaklanıp stratejik kararlarını daha hızlı verebiliyorlar.

Neden Bu Kadar Önemli? İklim değişikliği kaynaklı fiziksel riskler (sel, kuraklık, sıcak hava dalgaları) ve geçiş riskleri (regülasyonlar, karbon vergileri, itibar riskleri) artık her sektörü ilgilendiren ve doğrudan şirket değerini etkileyebilen faktörler. İster proje finansmanı yapan bir banka, ister sürdürülebilirlik raporu hazırlayan bir sanayi şirketi olsun, bu riski en iyi şekilde anlamak ve yönetmek zorunda. Artan veri gereksinimi ve standartların detaylı raporlama beklentileri, profesyonelleri çok fazla teknik uğraşa itebiliyor.

Özetle, geleneksel yöntemlerle TSRS veya TCFD gibi standartların gerektirdiği analizlerin yapılması zahmetli ve maliyetli olsa da, güncel SaaS teknolojileriyle hem doğruluk hem de hız açısından büyük avantajlar yakalanabiliyor. Bir sonraki bölümde, bu analiz süreçlerinin nasıl adım adım sadeleştirilebileceğini ve UrClimate Next’in somut kullanım örneklerini aktaracağız.

Kuraklık Türleri ve IPCC Verilerinde Çözünürlük Sorunu

İklim değişikliği gündeminin önemli bir parçası olan kuraklık, pek çok sektörü derinden etkiliyor. Su kaynaklarının azalması, enerji üretiminde aksaklıklar ve tarımsal üretimde verim düşüşü, yalnızca birkaç örnek. Çevre mühendisleri, sürdürülebilirlik uzmanları ve danışmanlık ekipleri ise bu etkileri yönetebilmek için giderek daha fazla veri odaklı yöntemlere ihtiyaç duyuyor. Bu yazı dizisinin ilk bölümünde, kuraklığın türlerine ve IPCC verilerinin çözünürlük kısıtlarına odaklanacağız.

Kuraklık Türleri

Kuraklığı genel anlamda “uzun süreli yağış yetersizliği” olarak tanımlasak da, farklı kuraklık türleri farklı sektörleri değişik şekillerde etkiler:

IPCC Verileri ve Çözünürlük Kısıtları

İklim projeksiyonları için en yaygın referans noktası IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporlarıdır. Bu raporlar, küresel ölçekte farklı senaryolar (örneğin SSP1-2.6, SSP2-4.5, SSP5-8.5) sunarak ortalama sıcaklık artışı, yağış miktarı, deniz seviyesi yükselmesi gibi faktörleri değerlendirir. Ancak IPCC’nin sunduğu model verileri çoğunlukla düşük mekânsal çözünürlükte (100 km veya daha büyük gridler) hesaplanır.

Örneğin, bu büyük grid hücrelerinin bir tanesi ülke içinde birkaç şehri kapsayabilir. Dolayısıyla, dar bir vadideki mikroklima veya Ege kıyılarında yaşanacak aşırı kuraklık gibi yerel etkiler, modelin ortalama değerleri içinde eriyip kaybolabilir. Böylece risk analizlerinde ciddi yanılsamalar oluşabilir. Küresel modelde “yağışta değişim yok” gibi görünen bir bölge, aslında komşu ilçelerle keskin bir fark barındırıyor olabilir.

Bölgesel iklim modelleri ve istatistiksel aşağı ölçekleme (downscaling) yöntemleriyle bu kaba çözünürlük düzeltilebilir. Ancak bu süreç, yüksek uzmanlık ve yoğun işlem gücü gerektirir. İşte tam da bu noktada, UrClimate Next gibi makine öğrenimi destekli veri platformları devreye girerek daha yüksek çözünürlüklü ve doğrulanmış kuraklık projeksiyonları oluşturur.

Bu yazı dizisinin ikinci bölümünde, makine öğrenimiyle yapılan validasyon, doğru senaryo seçiminin önemi ve UrClimate Next’in CBS (Coğrafi Bilgi Sistemleri) tabanlı sorgulamalar sayesinde sigorta ve banka sektörlerine nasıl katkı sağladığı üzerinde duracağız. Eğer sizin de iş planınız ya da projeleriniz kuraklıktan etkileniyorsa, ikinci bölümü kaçırmayın!

İklim Değişikliği ile Artan Sel Riskleri: Türleri, Etkileri ve Veri Odaklı Analiz

İklim değişikliğinin en somut etkilerinden biri, fiziksel riskler kategorisinde yer alan sel (taşkın) olaylarının artışıdır. Son yıllarda dünya genelinde sellerin sıklığı ve şiddeti yükselmiş; can kayıpları ve ekonomik zararlar ciddi boyutlara ulaşmıştır​. Mühendislik ve sürdürülebilirlik alanındaki profesyoneller için sel risklerini anlamak ve yönetmek, iklim uyum planlarının kritik bir parçası haline gelmektedir. Bu yazıda sel türleri ve etkileri, iklim değişikliğinin sel üzerindeki etkileri, küresel ve Türkiye özelinde sel risklerindeki artış ve veri odaklı risk analizi yaklaşımıyla UrClimate Next platformunun bu alandaki rolü ele alınacaktır.

Sel Türleri ve Etkileri

Sel vakaları farklı biçimlerde ortaya çıkabilir ve her birinin oluşum dinamikleri ile verdiği zararlar farklıdır. Başlıca sel türleri ve özellikleri şöyle özetlenebilir:

Ani Seller (Flash Floods): Çok kısa süre içinde aşırı yağış düşmesiyle veya baraj/seddep patlaması gibi ani olaylarla oluşan, hızla gelişen sel tipidir. Genellikle 6 saatten kısa bir sürede meydana gelir ve su seviyesinde ani yükselmeler görülür​. Ani seller, özellikle dar vadilerde veya şehir içindeki dere yataklarında raging torrent tarzında akışlara sebep olup önüne çıkan her şeyi sürükleyebilir. Bu nedenle can kaybı riski en yüksek sel türlerinden biridir ve uyarı için çok kısa reaksiyon süresi bırakır.

  • Akarsu Taşkınları (Nehir Taşkınları): Uzun süreli veya şiddetli yağışlar sonucunda nehir ve dere yataklarının taşıyabileceğinden fazla su birikmesiyle, suyun yataktan taşıp çevresine yayılması durumudur​. Genellikle geniş alanları etkiler; tarım arazileri, yerleşimler ve altyapı sular altında kalabilir. Akarsu taşkınları günlerce sürebilir ve ekonomik kayıpların yanı sıra can kaybına da yol açabilir.
  • Kıyı Taşkınları (Kıyı/Sahil Su Baskınları): Fırtınalar sırasında oluşan kuvvetli rüzgârlar ve düşük basınç, deniz seviyesini aniden yükselterek dalgaların kıyıyı aşmasına neden olur​. Bu tür taşkınlar özellikle deniz kenarındaki şehirlerde ve delta bölgelerinde görülür. Kıyı taşkınları sonucunda liman yapıları, sahil yolları ve yerleşimler hasar görebilir; erozyon ve tuzlu su girişimi uzun vadeli çevresel etkilere yol açabilir.
  • Yağış Bazlı Taşkınlar (Plüvyal – Yüzey Selleri): Herhangi bir nehir ya da deniz taşması olmaksızın, doğrudan yoğun yağışın etkisiyle suyun birikmesi sonucu meydana gelen taşkınlardır. Yağmur suyunun toprak veya altyapı tarafından emilemediği ya da şehirlerde drenaj sisteminin kapasitesini aştığı durumlarda ortaya çıkar. Özellikle kentleşmiş alanlarda, beton ve asfalt yüzeylerin fazla olması nedeniyle yağmur suyu akışı kısıtlanır; alt geçitler, bodrum katları ve sokaklar suyla dolarak maddi hasara ve ulaşım aksamasına neden olur.

İklim Değişikliğinin Sel Üzerindeki Etkisi

Atmosferdeki sera gazı birikiminin yol açtığı küresel ısınma, sel olaylarının hem sıklığını hem de şiddetini etkilemektedir. Temel etki mekanizmalarından biri, artan sıcaklıkların atmosferde daha fazla su buharı tutabilmesidir. Fizik kanunlarına göre atmosfer sıcaklığı her 1°C arttığında, havadaki su buharı taşıma kapasitesi yaklaşık %7 artar​. Bu da uygun koşullar oluştuğunda daha yoğun yağışların düşebileceği anlamına gelir. Nitekim IPCC 6. Değerlendirme Raporu’na göre, son yıllarda biriken kanıtlar aşırı yağış olaylarının sıklık ve şiddetinde küresel ölçekte artış olduğunu göstermektedir​. Özellikle kısa süreli, şiddetli sağanak yağışların geçmişe kıyasla daha sık yaşandığı ve bunun da ani sel riskini artırdığı bilimsel olarak ortaya konmuştur.

İklim değişikliğinin bir diğer kritik etkisi de deniz seviyesinin yükselmesidir. Küresel ortalama deniz seviyesi 20. yüzyıl başından bu yana yaklaşık 20 cm yükselmiş ve yükselme hızı son yıllarda iyice artmıştır​. Uydu verilerine göre 2006-2018 döneminde denizler yılda 3,7 mm hızla yükselmiştir ki bu, 20. yüzyıl ortalamasının neredeyse üç katıdır​. Deniz seviyesindeki bu yükseliş, kıyı taşkınlarının taban seviyesini yukarı çekerek daha küçük fırtınalarda bile su baskını yaşanmasına yol açar. Önceden nadir görülen yüksek gelgit (med-cezir) taşkınları bile birçok kıyı kentinde rutin hale gelmeye başlamıştır. Ayrıca fırtına kaynaklı dalga ve su taşkınları, yükselen deniz seviyesi nedeniyle çok daha geniş alanları etkilemekte ve daha uzun süreli su baskınlarına neden olmaktadır.

Özetle, iklim değişikliği sel risk profilini olumsuz yönde değiştirmektedir. IPCC öngörülerine göre, mevcut emisyon senaryoları altında 2100 yılına kadar deniz seviyesinde 30 cm ile 1 m arasında bir yükselme yaşanabilir​. En kötü senaryoda, Grönland ve Antarktika buz tabakalarının kararsız hale gelmesi durumunda 2100’e kadar 2 metreyi bulan bir yükseliş bile mümkün görülmektedir​. Böyle bir durumda bugün 100 yılda bir görülen büyük kıyı taşkınları, gelecekte çok daha sık (belki her birkaç yılda bir) yaşanır hale gelecektir.

Türkiye ve Dünya Genelinde Sel Risklerinin Artışı

Hem dünyada hem de Türkiye’de sel vakalarının istatistikleri, riskin arttığına işaret ediyor. Dünya genelinde sel felaketleri son yıllarda en sık gerçekleşen doğal afet türü haline gelmiştir. Örneğin 2021 yılında dünya çapında 432 büyük doğal afet kaydedilmiş ve bunların 223’ü sel kaynaklıdır​. Bu sayı, önceki 20 yılın ortalamasına (~163) göre %36 daha fazladır​. 1990-2023 döneminde ise dünya çapında 4800’den fazla sel felaketi yaşanmıştır; 2021 yılı bu dönemde kaydedilen en yüksek ikinci sel sayısına sahiptir​. Şekil 1, 1990’dan itibaren sel afetlerindeki artış trendini göstermektedir.

Şekil 1: 1990-2023 arası dünya genelinde yıllık sel felaketi sayısı. Bar grafik, 1990’lardan itibaren sel afetlerinin sayısında düzenli bir artışı ve 2020’li yıllarda önceki dönemlere kıyasla belirgin şekilde yüksek değerleri göstermektedir

Türkiye de küresel eğilime benzer şekilde sel riskinin yükseldiği ülkeler arasındadır. Meteoroloji Genel Müdürlüğü verilerine göre 2010-2021 yılları arasında Türkiye’de 2486 adet şiddetli yağış ve sel olayı raporlanmıştır; bu, aynı dönemde en sık görülen meteorolojik afet olan fırtınaya (2645 olay) yakın bir değerdir​. Özellikle son yıllarda ivme artmıştır: 2018 ve 2019 yıllarında ülke genelinde 300’ün üzerinde sel olayı yaşanmış, 2018-2021 dönemindeki her bir yılda sel kaynaklı afet sayısı 200’ün üzerinde gerçekleşmiştir​. Bu sayı, önceki yıllara kıyasla belirgin bir artışı ifade etmektedir. Örneğin, sadece 2020 yılında Türkiye’de meydana gelen meteorolojik karakterli doğal afetler içinde en fazla payı şiddetli yağış/sel olayları almış ve 2020’de 200’ü aşkın sel olayı kaydedilmiştir​.

UrClimate Next ile Veri Odaklı Risk Analizi

Sel risklerinin arttığı bir geleceğe hazırlanırken, doğru ve hızlı risk analizi yapabilmek kritik hale geliyor. Bu noktada, iklim verilerini karar destek araçlarına dönüştüren dijital platformlar büyük avantaj sağlamakta. UrClimate Next, bu amaçla geliştirilmiş bir platform olup, validasyonu tamamlanmış iklim projeksiyon verilerini kullanarak mühendislerin ve sürdürülebilirlik uzmanlarının sel gibi iklim risklerini hızlıca değerlendirmesine imkân tanır. Platform karmaşık iklim model verilerini arka planda işleyerek kullanıcıya anlaşılır risk skorları sunar. Böylece uzmanlar karmaşık veri setleriyle uğraşmadan tek bir tuşla belirli bir lokasyon veya tesis için sel riski analizini gerçekleştirebilirler.

UrClimate Next’in arkasında, geçmiş gözlemlerle tutarlılığı test edilmiş kapsamlı bir iklim veri altyapısı bulunmaktadır. Örneğin, 2014-2024 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen 45 sel vakasının lokasyonları incelenmiş ve bu noktaların UrClimate sel risk skorları analiz edilmiştir​. Sonuçlar, platformun yüksek risk puanı verdiği bölgelerin fiilen sel felaketlerine maruz kalan yerlerle büyük ölçüde örtüştüğünü göstermiştir. Bu tür bir validasyon çalışması, platformun geleceğe yönelik projeksiyonlarının da güvenilirliği için önemli bir göstergedir.

Mühendislik ve sürdürülebilirlik ekipleri, UrClimate Next sayesinde TCFD, GDP, GRI ve Türkiye özelinde TSRS (Türkiye Sürdürülebilirlik Raporları Standartları) standartlarına uygun veri temin edebilirler. Proje sahalarının veya kritik altyapıların gelecek on yıllardaki sel riskini hızlıca öngörerek gerekli önlemleri proaktif şekilde tasarlayabilmektedir.

Sonuç olarak, iklim değişikliğinin getirdiği belirsizlikler karşısında veriye dayalı karar verme her zamankinden önemli. Sel risklerinin arttığı bir dünyada, UrClimate Next gibi yenilikçi araçlar sayesinde risk analizi süreçleri hem hızlanmakta hem de bilimsel güvenilirlik kazanmakta. Bu da altyapı projelerinden şehir planlamasına, sigortacılıktan afet yönetimine kadar pek çok alanda daha dirençli ve hazırlıklı olmamızı sağlayacaktır.

Yüksek Çözünürlüklü Projeksiyonlar, Makine Öğrenimi ve CBS Tabanlı Finansal Analizler

Kuraklık riskinin analizi, sadece küresel modellerin kaba verileriyle yetinildiğinde eksik kalabiliyor. Özellikle çevre mühendisleri ve sürdürülebilirlik uzmanları, daha yerel ve daha güvenilir verilere ihtiyaç duyuyor. Bir önceki yazımızda, IPCC verilerinin çözünürlük kısıtlarından söz etmiştik. Şimdi, UrClimate Next platformunun makine öğrenimi (ML) ile nasıl yüksek çözünürlüklü veri elde ettiğini, hangi validasyon süreçlerinden geçtiğini ve finans sektöründe (özellikle sigortacılık ve bankacılıkta) nasıl kullanıldığını ele alacağız.

Makine Öğrenimi ve Validasyon

UrClimate Next, IPCC’nin düşük çözünürlüklü projeksiyonlarını otomatik aşağı ölçekleme teknikleriyle iyileştirirken bir yandan da makine öğrenimi yöntemlerini kullanır. Burada amaç, bir bölgede geçmiş gözlemlerle model verilerini karşılaştırıp, modellenen yağış miktarları ve sıcaklık dağılımları arasındaki farkı istatistiksel yöntemlerle düzeltmektir. Veriye dayalı bu “bias düzeltme” veya “bias correction” adımı, özellikle kuraklık analizlerinde son derece önemlidir.

Ekibin uyguladığı doğrulama aşamasında, mevcut meteorolojik istasyon verileri ve bağımsız modellerle kıyaslamalar yapılır. Örneğin, 1990’dan 2020’ye kadar fiili yağış verileri incelenerek platformun ürettiği tarihi simülasyonların ne kadar doğru olduğu tespit edilir. Eğer sonuçlar tutarlı değilse, sistem otomatik olarak parametreleri yeniden uyarlar. Bu süreç, tıpkı bir navigasyon uygulamasının sürekli kendi konum hassasiyetini artırmasına benzetilebilir. Sonuçta elde edilen veri katmanları, 1 km gibi yüksek çözünürlükle coğrafi bilgi sistemlerine aktarılabilir hale gelir.

Doğru Senaryo Seçimi

IPCC Atlas veya benzeri platformlarda, kullanıcılar onlarca modeli ve senaryoyu tek tek inceleyerek kendi bölgesi için en mantıklı seçeneği belirlemeye çalışırlar. Ancak bu oldukça karmaşık ve zaman alıcı bir süreçtir. UrClimate Next, arka planda bütün senaryoları (örneğin SSP2-4.5 veya SSP5-8.5) değerlendirir ve sektörlere göre en uygun projeksiyon verilerini sunar. Yani tarım odaklı bir kullanıcı, yüksek sıcaklık ve düşük yağış senaryosunu; enerji sektörü odaklı bir kullanıcı ise hidrolojik kuraklık senaryosunu öncelikli olarak görebilir.

Böylece “Model seçimi için hangi parametreleri dikkate almalıyım?” sorusu büyük ölçüde ortadan kalkar. Sadece hangi riskin (tarımsal mı, hidrolojik mi, sosyo-ekonomik mi) sizin için daha kritik olduğunu belirtmeniz yeterli olur. Platform size olası kuraklık eğilimlerini ve belirsizlik aralıklarını anlaşılır bir şekilde sunar.

CBS Tabanlı Analizler: Sigorta ve Bankacılık Örnekleri

1. Sigorta Sektörü (Allianz ve Eureko vb.)
Allianz gibi büyük sigorta şirketlerinin doğal afet kaynaklı hasar tahminlerinde ve poliçe fiyatlamalarında coğrafi risk haritaları uzun süredir kullanılıyor. Ancak kuraklık, yavaş gelişen bir risk olduğu için geçmişte bu değerlendirmeler bazen ikinci planda kalabiliyordu. Günümüzde ise tarım sigortalarından orman sigortalarına kadar pek çok branş kuraklık faktörünü dikkate alıyor.

UrClimate Next, sağladığı yüksek çözünürlüklü kuraklık risk skorlarını CBS tabanlı haritalar halinde sunuyor. Böylece Allianz veya Eureko gibi sigorta şirketleri, belirli bir bölgedeki tarım arazilerinin 2030-2040 senaryosunda ne kadar kuraklık riskine sahip olduğunu tek bakışta görebilir. Bu sadece tazminat planlamasını kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda çiftçilere hangi dönemde hangi ürünün daha az riskli olabileceğine dair ön önerilerde bulunma imkânı da sunar. Bu, sigorta-sektörünün zarar etme ihtimalini azaltırken, sürdürülebilir tarım politikalarına da destek olur.

2. Bankalar (Kredi Stres Testleri)
Bankalar ise iklim kaynaklı fiziksel riskleri “kredi riski” olarak değerlendirmeye başladı. Zira bir bölge kuraklık nedeniyle tarımsal gelirini kaybederse, o bölgedeki kredilerin geri ödenme ihtimali de azalabilir. Aynı durum suya bağımlı sanayi kolları için de geçerli.

UrClimate Next, bankalara lokasyon bazlı “kuraklık duyarlılığı” analizi yapma fırsatı veriyor. Örneğin, bir bankanın elinde yüzlerce sahada, fabrikada veya tarım işletmesinde ipotekli kredi bulunabilir. Platformu CBS ile entegre şekilde çalıştırdığınızda, her bir konumun gelecekteki kuraklık risk skorunu anında hesaplayabiliyorsunuz. Bu verileri finansal modellerle birleştirerek, “hangi krediler yüksek risk kategorisine girmeli?” sorusunu yanıtlayabilir ve portföy bazında stres testleri hazırlayabilirsiniz. Böylece, Avrupa Merkez Bankası veya yerel düzenleyici kuruluşların talep ettiği iklim stres testlerini daha net ve hızlı yapma olanağı doğuyor.

Sonuç

Kuraklık, iklim değişikliğinin en sessiz ama etkisi derin olan tehditlerinden biridir. Tarım, enerji, içme suyu yönetimi ve ekonomi için ciddi sonuçlar doğurur. İlk yazımızda kuraklığın türleri ve IPCC verilerinin sınırlılığından bahsetmiştik. Bu ikinci bölümde ise makine öğrenimi tabanlı yaklaşım ve CBS entegrasyonu ile nasıl yüksek çözünürlüklü, güvenilir analizler yapılabileceğini gördük.

UrClimate Next, IPCC’nin küresel projeksiyonlarındaki çözünürlük açığını kapatarak, validasyon süreçleriyle desteklenen ve sektör ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş veriler sunar. Mühendislik risk yöneticileri, sürdürülebilirlik danışmanları, sigorta ve bankacılık temsilcileri için bu tür veri odaklı araçlar, hem büyük resme hâkim olmayı hem de en küçük lokasyona kadar inerek karar vermeyi kolaylaştırır.

Kuraklık riskleri gelecekte daha da önem kazanacak gibi görünüyor. Dolayısıyla makine öğrenimi, doğru senaryo seçimi ve CBS destekli analizlerin harmanlandığı bu yeni nesil veri platformları, uzun vadeli ve sürdürülebilir stratejiler oluşturmanın anahtarı haline geliyor. Kendinizi ve projelerinizi kuraklık riskine karşı hazırlamak istiyorsanız, yüksek çözünürlüklü model verileri ve doğru validasyon mekanizmalarına yatırım yapmanız şart. UrClimate Next bunun için yenilikçi ve kolay bir çözüm sunuyor.

TSRS ve Küresel Raporlama Standartlarında Fiziksel İklim Riski Karşılaştırması

İklim değişikliğinin yol açtığı fiziksel riskler – örneğin şiddetli hava olayları, aşırı sıcaklık dalgaları, seller ve uzun vadeli iklim kaymaları – işletmeler için giderek daha kritik bir gündem maddesi haline geliyor. Bu riskler şirketlerin varlıklarına doğrudan zarar verebilir, tedarik zincirlerini aksatabilir ve finansal performanslarını ciddi ölçüde etkileyebilir​. Dolayısıyla, fiziksel iklim risklerini anlamak ve yönetmek, sürdürülebilirlik stratejilerinin merkezinde yer almalıdır. Nitekim günümüzde sürdürülebilirlik raporlaması, bir işletmenin iklim değişikliğine karşı ne kadar kırılgan veya dirençli olduğunu ortaya koyan bir “röntgen” işlevi görmeye başladı​. Şeffaf bir şekilde iklim risklerini raporlayan şirketler, yatırımcılar, müşteriler ve düzenleyiciler nezdinde güven kazanarak uzun vadeli başarı şansını artırıyor. Bu bağlamda, işletmelerin fiziksel iklim risklerini düzenli olarak raporlaması hem paydaşların bilinçli kararlar alması için hayati önem taşır hem de şirketlerin bu riskleri proaktif biçimde yönetmesini teşvik eder.

TSRS ve Küresel Standartlar Karşılaştırması

TSRS’nin Fiziksel İklim Riski Yaklaşımı

Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlere yönelik geliştirilmiş ulusal bir sürdürülebilirlik raporlama çerçevesidir​. 29 Aralık 2023’te yayımlanıp 1 Ocak 2024 itibariyle yürürlüğe giren TSRS, belirli büyüklükteki şirketler için iklimle ilgili finansal açıklamaları zorunlu hale getirmiştir​. TSRS’nin ikinci standardı olan TSRS 2: İklimle İlgili Açıklamalar, işletmelerin iklim değişikliğinden kaynaklanan risk ve fırsatları nasıl yönettiklerini detaylı bir biçimde raporlamalarını şart koşar​. Bu kapsamda TSRS 2, özellikle fiziksel iklim risklerine (ör. sel, fırtına, kuraklık gibi olaylar) odaklanarak şirketlerin kısa, orta ve uzun vadede iklime bağlı maruziyetlerini değerlendirmelerini ister. TSRS, şirketlere bu riskleri yönetmeleri için yerel düzeyde rehberlik etmeyi amaçlayan yönlendirme odaklı bir yapıya sahiptir. Örneğin, TSRS kapsamında yayımlanan sektör bazlı uygulama rehberi, 68 alt sektör için iklimle ilgili açıklama ve metriklere dair detaylı yol gösterici bilgiler sunmaktadır​.

Bu rehber, her bir sektörün kendine özgü fiziksel risklerini ve fırsatlarını nasıl ölçüp raporlayacağına dair öneriler getirerek şirketlere adım adım bir yol haritası sağlamaktadır. Üstelik rehberdeki tavsiyeler ek bir yükümlülük yaratmadan, mevcut raporlama zorunluluklarının anlaşılmasını ve uygulanmasını kolaylaştırmayı hedefler​. TSRS’nin lokal odaklı yaklaşımının bir diğer boyutu da Türkiye’ye özgü uygulama kolaylıkları ve geçiş süreçleridir. Örneğin, TSRS ilk uygulama yılında şirketlere bazı esneklikler tanımıştır; ilk raporlama döneminde önceki yılla karşılaştırmalı bilgi sunma zorunluluğu bulunmamakta ve ilk iki yıl boyunca Kapsam 3 sera gazı emisyonlarını açıklamak mecburi tutulmamaktadır​. Bu gibi geçiş muafiyetleri, şirketlerin raporlama sistemlerini kademeli olarak geliştirmelerine imkân tanırken, TSRS’nin benimsenmesini hızlandırmaktadır. Ayrıca, TSRS kapsamında Türkiye’de bağımsız sürdürülebilirlik denetçileri yetkilendirilmekte ve 2026 itibarıyla yayımlanan iklim raporlarının sınırlı güvence denetimine tabi tutulması planlanmaktadır​. Bu yerel validasyon mekanizmaları, raporlanan fiziksel iklim risk verilerinin doğruluğunu ve güvenilirliğini artırarak hem düzenleyicilerin hem de yatırımcıların gözünde TSRS raporlarının kredibilitesini sağlamaktadır.

Küresel Standartların Fiziksel Risk Kapsamı ve Metodolojisi

Küresel çapta en yaygın kabul gören iklim riski raporlama çerçevelerinin başında TCFD (Task Force on Climate-related Financial Disclosures) ve son dönemde geliştirilen ISSB’nin standartları gelmektedir. TCFD, iklimle ilgili riskleri iki ana kategoriye ayırarak tanımlar: fiziksel riskler ve geçiş riskleri. Fiziksel riskler, iklim değişikliğinin doğrudan etkileri olup akut (ani gelişen) örneğin kasırga, sel, aşırı fırtına gibi olayları veya kronik (uzun vadeli) örneğin ortalama sıcaklık artışı, deniz seviyesinin yükselmesi, yağış rejimlerindeki kalıcı değişimler gibi süreçleri kapsar​. TCFD, şirketlerin bu fiziksel risklere maruziyetini ve bunlara karşı dayanıklılık stratejilerini değerlendirmelerini tavsiye eder. Özellikle senaryo analizi kullanılarak farklı iklim senaryoları altında şirket stratejilerinin ne kadar dayanıklı olduğunun raporlanması, TCFD’nin öne çıkardığı bir metodolojidir​. Böylece yatırımcılar ve paydaşlar, şirketin olası en kötü fiziksel risk senaryolarına karşı hazırlık düzeyini görebilirler.

Diğer tarafta, 2023 yılında Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) tarafından yayınlanan IFRS S2: İklimle İlgili Açıklamalar standardı, TCFD’nin önerilerini küresel bir muhasebe standardı haline getirmiştir. IFRS S2, şirketlerin iklimle bağlantılı fiziksel risklerini ve geçiş risklerini tıpkı finansal veriler gibi şeffaf, karşılaştırılabilir ve tutarlı biçimde raporlamasını zorunlu kılar​. Bu standart, TCFD’nin dört temel unsurunu (Yönetişim, Strateji, Risk Yönetimi, Metrikler ve Hedefler) bünyesine entegre ederek şirketlerden şu bilgileri açıklamasını bekler: iklim değişikliğinin firmanın iş modeline ve finansal durumuna etkileri, fiziksel risk ve fırsatların tanımlanması, bu risklere karşı alınan önlemler ve iklim dirençliliğinin (şirket stratejisinin farklı iklim senaryolarındaki dayanıklılığı) değerlendirilmesi. Örneğin, bir şirket kritik tesislerinin sel veya aşırı sıcaklık riskine ne derece maruz olduğunu, bu riskleri azaltmak için hangi önlemleri aldığını ve iş planının 2°C veya 4°C’lik bir küresel ısınma senaryosunda nasıl etkileneceğini açıklamalıdır. ISSB’nin yaklaşımı, finansal materyalite odaklıdır; yani iklim risklerinden işletmenin nakit akışları, varlık değerleri veya kârlılığı üzerindeki etkisine odaklanılır​. Bu yönüyle IFRS S2 (ve dolayısıyla TSRS) raporlaması, yatırımcı perspektifine uygun bir iklim riski görünümü sunar. Sonuç olarak, küresel standartlar fiziksel iklim risklerini kapsamlı bir metodolojiyle ele alır: risklerin tanımlanması, ölçülmesi (örn. ilgili metriklerle, sıcaklık artışı, yağış değişimi gibi göstergelerle), senaryo analizleriyle geleceğe dönük stres testlerinin yapılması ve alınan aksiyonların şeffafça paylaşılması. Bu yaklaşım, dünyanın neresinde olursa olsun şirketlerin iklim risklerini benzer bir dille ifade etmesini ve paydaşların bu riskleri daha iyi kıyaslamasını sağlar.

TSRS’nin Sunduğu Avantajlar

TSRS, küresel standartlardan yararlanarak oluşturulmuş olmakla birlikte, yerel bağlama uygunluk ve uygulamada kolaylık sağlayan bazı avantajlar sunmaktadır. Öncelikle TSRS, ISSB’nin IFRS S1 ve S2 standartlarını esas alarak geliştirildiği için uluslararası normlarla uyum içindedir​. Bu sayede TSRS’ye göre raporlama yapan bir şirketin açıklamaları, küresel piyasalarda da anlaşılabilir ve geçerli sayılmaktadır. Ancak TSRS bunun ötesinde Türkiye’ye özgü öncelikleri de dikkate alır.

Örneğin, TSRS 2 ile getirilen metrik ve açıklamalar, Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat kapsamındaki Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM), AB Emisyon Ticaret Sistemi ve AB Taksonomisi gibi düzenlemelerle de uyumlu olacak şekilde tasarlanmıştır​. Türkiye’de bu alanlarda yürürlüğe girmesi beklenen ulusal düzenlemeler göz önüne alınarak belirlenen hedefler ve açıklama yükümlülükleri, şirketlerin tek seferde birden çok regülasyona uyum sağlamasına yardımcı olur​. Bu, TSRS’nin yerel bağlamı gözetmesinin önemli bir sonucudur: Türkiye’deki şirketler, TSRS raporlamasıyla aynı anda hem ulusal hem uluslararası beklentileri karşılayabilir konuma gelmektedir. TSRS’nin bir diğer avantajı, yukarıda bahsedilen detaylı yol haritaları ve rehber dokümanlarla uygulamayı desteklemesidir.

Sektör spesifik kılavuzlar sayesinde, örneğin bir enerji şirketi ile bir tarım firmasının maruz kaldığı fiziksel iklim risklerinin farklı olabileceği gerçeği dikkate alınarak her birine uygun metrikler önerilmiştir​. Bu da şirketlerin “Ne raporlayacağım?” sorusuna somut cevaplar bulmasını, belirsizliğin azalmasını sağlar. TSRS ayrıca şirketlerin kapasitesini geliştirmek için kademeli bir geçiş süreci öngörmüştür – ilk yıllardaki muafiyetler ve esneklikler bunun örneğidir​. Son olarak, TSRS kapsamında getirilen Türkiye’ye özel validasyon mekanizmaları da önemli bir avantajdır. Sürdürülebilirlik raporlarının bağımsız denetimi ve doğrulanması için KGK tarafından yetkilendirilecek denetçiler, raporların güvenirliğini sağlamaya katkıda bulunacaktır​.

Bu, uluslararası standartlarda henüz zorunlu olmayan bir denetim sürecini ulusal düzeyde hayata geçirerek TSRS raporlarının kalitesini güvence altına alır. Tüm bu avantajlar sayesinde TSRS, Türkiye’deki işletmelerin fiziksel iklim risklerini yerel koşullara en uygun şekilde raporlamasına olanak tanırken, onları küresel raporlama pratiğiyle de entegre etmektedir.

UrClimate Next’in Katkısı

Fiziksel iklim risklerinin etkin yönetimi, büyük ölçüde doğru veri ve projeksiyonlara zamanında erişebilmekle mümkündür. Hem TSRS kapsamında hem de küresel standartlara göre raporlama yaparken, şirketlerin güvenilir iklim verilerine ihtiyaç duyduğu noktalarda UrClimate Next önemli bir boşluğu dolduruyor. UrClimate Next, hızlı ve valide edilmiş iklim projeksiyon verilerini doğrudan sürdürülebilirlik uzmanlarına, yatırımcılara ve şirket yöneticilerine sunan yenilikçi bir platformdur. İklim risk analizini genellikle karmaşık ve zaman alıcı kılan veri toplama sürecini tek bir noktada basitleştirir. Bulut teknolojisi, IoT (nesnelerin interneti) cihazları ve gelişmiş analitik yöntemler kullanarak dünya genelinde milyonları etkileyen hava olaylarını ve iklim verilerini tek bir platformda bir araya getirmektedir​. Bu sayede kullanıcılar, farklı kaynaklardan veri derlemek yerine UrClimate Next üzerinden gerçek zamanlı ve bölgesel iklim risk göstergelerine ulaşabilir, iklimi yakından takip ederek doğru risk yönetimi kararları alabilir​.

UrClimate Next’in bir diğer öne çıkan özelliği, bilimsel olarak güvenilir ve yüksek çözünürlüklü iklim öngörülerini kullanıcı dostu bir şekilde sunmasıdır. Platform, kapsamlı tarihsel verileri ileri düzey iklim modellemeleriyle birleştirerek belirli bir bölge veya varlık için gelecekte beklenen iklim eğilimlerini ortaya koyar. Örneğin, Türkiye’de belirli bir üretim tesisinin önümüzdeki 20 yılda karşılaşabileceği ortalama sıcaklık artışı, aşırı yağış frekansı ya da kuraklık riski gibi göstergeler, UrClimate Next ile birkaç tıkla erişilebilir hale gelir. Bu veriler, akademik kurumlar ve meteoroloji otoriteleriyle iş birliği içinde validasyon süreçlerinden geçirilerek sunulduğu için karar alıcılar tarafından güvenle kullanılabilir. Platform; harita tabanlı görselleştirmeler, risk skorlamaları ve senaryo bazlı analiz araçları ile donatılmıştır. Nitekim UrClimate, tarihsel hava durumu verilerini işleyerek geliştirdiği UrClimate Score sistemiyle pek çok meteorolojik tehlike için lokasyon bazlı risk skorları üretmektedir​. Bu tür skorlar ve haritalar, belirli bir bölgenin geçmişten geleceğe nasıl bir trend izlediğini somut biçimde göstererek fiziksel risklerin sayısallaştırılmasını mümkün kılar. Örneğin, bir yatırım yapılması planlanan lokasyonda dolu fırtınalarının sıklığı veya şiddetindeki artış trendi, platform üzerinden öngörülebilir ve bu bilgi yatırıma dair kararları şekillendirmede kullanılabilir​.

UrClimate Next, sürdürülebilirlik uzmanları ve şirket yöneticileri için TSRS raporlamasında ihtiyaç duyulan fiziksel risk verilerini zahmetsizce sağlar. Aynı zamanda yatırımcılar için de değerli bir araçtır; zira bir yatırım portföyündeki şirketlerin coğrafi konumlarına göre maruz kalabilecekleri iklim risklerini objektif verilere dayanarak değerlendirme olanağı sunar. Böylece, iklim riskleri finansal analizlerin bir parçası haline getirilirken, bu risklerin somut ve anlaşılır şekilde ifade edilmesi mümkün olur. Özellikle TSRS ve TCFD gibi standartların talep ettiği senaryo analizleri ve iklim dirençliliği değerlendirmeleri, UrClimate Next’in sağladığı projeksiyon verileriyle çok daha hızlı ve güvenilir şekilde yapılabilir. Örneğin, platformun sunduğu verilerle bir şirket, 2030 veya 2050 yılına dair farklı karbon emisyon senaryolarında (ör. iyimser ve kötümser iklim senaryoları) maruz kalacağı fiziksel risk düzeyini modelleyebilir. Bu da şirketin TSRS 2 kapsamında açıklaması gereken iklim dirençliliği konusunda somut içgörüler elde etmesini sağlar. Kısacası, UrClimate Next uzmanların ve yöneticilerin fiziksel iklim risklerini derinlemesine anlamasına ve bu anlayışı eyleme dönüştürerek stratejik kararlar almasına yardımcı olan güçlü bir teknoloji altyapısı sunar​. Hız, güvenilirlik ve yerellik kombinasyonu sayesinde, iklim riski verilerini yönetim süreçlerine entegre etmek hiç olmadığı kadar kolaylaşmaktadır.

SONUÇ

Fiziksel iklim risklerinin yönetimi, artık şirketlerin vazgeçilmez bir sorumluluğu haline gelmiştir. Bu riskleri doğru anlamak ve şeffaf biçimde raporlamak, hem yasal uyum hem de rekabetçilik açısından kritik faydalar sağlar. TSRS ve küresel raporlama standartları birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılabilir: TSRS, Türkiye’ye özgü düzenleyici gereklilikleri karşılayarak yerel uyumu sağlarken, ISSB’nin küresel standartları (ve TCFD gibi çerçeveler) uluslararası paydaşların beklentilerine hitap eden bir çerçeve sunar​. Şirketler TSRS’ye uygun raporlama yaparken aynı zamanda mümkün olduğunca GRI veya Avrupa Sürdürülebilirlik Standartları (ESRS) gibi diğer standartlara da referans vermek suretiyle çifte önemlilik perspektifini göz önünde bulundurabilir. Bu sayede tek bir entegre rapor, birden fazla platformda kabul görecek içerik barındırabilir​. Bunun getirisi olarak yeşil finansa daha kolay erişim, yatırımcı ve müşteri nezdinde itibar artışı, uluslararası iş ortaklıklarında uyum avantajı gibi sonuçlar elde edilecektir​. Dahası, iklim ve sürdürülebilirlik risklerine karşı hazırlıklı olan işletmeler uzun vadede daha dirençli ve rekabetçi hale gelirler​.

Elbette, standartlar ne kadar iyi olursa olsun, karar vericilerin ihtiyaç duyduğu şey eyleme dönük içgörülerdir. Tam da bu noktada UrClimate Next gibi gelişmiş iklim analitiği araçları, TSRS ve küresel standartların ortaya koyduğu çerçevenin hayata geçirilmesini hızlandıran bir değer önerisi sunmaktadır. TSRS 2’nin nihai amacı, iklim risk ve fırsatlarının şirket stratejisine nasıl entegre edildiğine dair kapsamlı bir bakış açısı sunarak yatırımcıların bilinçli kararlar almasını desteklemektir.

UrClimate Next, sağladığı güvenilir veriler ve analizlerle bu amaca hizmet eder: Karar alıcılar, karmaşık iklim projeksiyonlarını hızlıca analiz ederek somut aksiyon planları geliştirebilir. Sonuç olarak, TSRS ile küresel raporlama standartlarının birlikte kullanılması, şirketlere stratejik bir avantaj kazandırırken, UrClimate Next gibi araçlar bu avantajın gerçeğe dönüşmesine yardımcı oluyor. İklim risklerinin yönetimini bir yükümlülükten ziyade geleceğe yatırım olarak gören şirketler, sürdürülebilirlik yarışında bir adım öne geçecektir. Bu şirketler için fiziksel iklim risklerini raporlama süreci, sadece uyum sağlama değil aynı zamanda değişen iklim koşullarında işlerini dayanıklı ve fırsatlara açık kılmanın anahtarıdır.