İklim Değişikliği ve Orman Yangınları: Bilimsel Temeller ve Global Örnekler

İklim Değişikliği ve Orman Yangınları Arasındaki Bilimsel İlişki

Küresel ısınma ve değişen iklim dinamikleri, orman yangınlarının davranış ve sıklığında önemli bir rol oynuyor. Artan sıcaklıklar, düşen nem oranları ve uzayan kurak dönemler, ormanlık alanları daha yanıcı hale getirerek yangın sezonlarını belirgin ölçüde uzatıyor. Son 35 yılda, birçok bölgede yangın mevsiminin baharda daha erken başlayıp sonbahara kadar sarktığı, önceki dönemlere kıyasla bir ay kadar uzadığı tespit edildi.

Bilimsel araştırmalar, insan kaynaklı iklim değişikliği nedeniyle 1980’lerden itibaren “yakıt kuraklığının” arttığını ve 1984’ten bu yana kümülatif yanan orman alanının neredeyse iki katına çıktığını ortaya koyuyor. Kısacası, iklimdeki ısınma ve kuraklaşma, orman yangınlarının hem sıklığını hem de yanan alanı ciddi şekilde artıran kritik bir faktör haline gelmiş durumda.

Bu etkinin sadece yangın sezonunun uzunluğunda değil, aynı zamanda yangınların şiddetinde ve sıklığında da ortaya çıktığı görülüyor. Isınan atmosfer, bitki örtüsünü kurutarak yanıcı malzeme miktarını yükseltiyor; kar erimesi ve yağış rejimlerindeki değişimlerse ormanları daha uzun süre kurak hale getirerek yangınlara zemin hazırlıyor. Yapılan bazı akademik çalışmalara göre, dünya genelinde uzun yangın mevsimlerine maruz kalan yanıcı alan büyüklüğü son yıllarda iki katına çıkmış durumda. Aynı zamanda sigorta sektörü verileri, son yirmi yılda “aşırı” orman yangınlarının sıklığı ve yoğunluğunun iki kattan fazla artış gösterdiğini doğruluyor. Bu tablo, iklim değişikliğinin orman yangınları için “yeni normal” yarattığını açıkça gösteriyor.

Batı ABD ormanlarında yakıt kuraklığı (fuel aridity) ile yanan alan arasındaki ilişki (1984–1999 dönemi mavi, 2000–2017 dönemi kırmızı). Bu akademik çalışma verileri, ısınma ve kuraklığın artmasıyla orman yangınlarının yanan alanının dramatik biçimde yükseldiğini gösteriyor.

Türkiye ve Dünyadan Büyük Orman Yangını Örnekleri

İklim değişikliğinin neden olduğu risk artışı, son yıllarda hem Türkiye’de hem de dünya genelinde kendini belirgin biçimde hissettirdi. Türkiye, Akdeniz iklim kuşağında yer aldığından orman yangınlarına doğal olarak yatkın; ancak yangın sayısı ve etkilediği alan bakımından rekor düzeylere ulaşmış durumda. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Mühendisliği tarafından derlenen verilere göre, 1988-2000 döneminde yılda ortalama ~1.900 yangın görülürken, 2011 sonrasında bu ortalama ~2.700’e yükseldi. Özellikle 2021 yazında Akdeniz ve Ege bölgelerinde yaşanan büyük yangınlarda yaklaşık 140.000 hektar alan kül oldu ve önceki yılların tipik yanma alanının çok üstüne çıktı. 2023’te yanan alan 15.000 hektara düşmüş olsa da, 2021’deki ekstrem koşullar iklim değişikliğinin orman yangını riskini nasıl katlayabildiğinin canlı kanıtı oldu.

Global ölçekte de benzer örnekler var. Kanada, 2023 yılında şimdiye kadarki en yıkıcı orman yangını sezonunu yaşadı: Yaklaşık 15 milyon hektar orman alanı Nisan-Ekim aralığında yandı; bu, 1989’daki en kötü sezonun iki katından fazla. Ülkede dönem boyunca ortalama sıcaklıkların normalin 2,2°C üzerinde seyretmesi, aşırı kurak ve sıcak koşulları adeta bir “barut fıçısı”na çevirdi. Benzer şekilde, Avustralya’nın 2019-2020 “Kara Yaz” döneminde 24 milyon hektardan fazla alan kül oldu. Bilim insanları, bu olağanüstü yangınların şiddet ve yaygınlığını analiz ederek, insan kaynaklı iklim değişikliğiyle yakından bağlantılı olduğunu vurguluyor. Dolayısıyla, yangın sezonlarının uzaması ve mega yangınların artması, artık dünyanın birçok noktasında rastlanan bir olgu olarak karşımıza çıkıyor.

Bu veriler, yalnızca belirli bölgelere özgü bir sorun değil, küresel bir tehdit niteliği taşıyor. Sibirya’dan Kaliforniya’ya, Amazonlar’dan Akdeniz havzasına kadar farklı ekosistemlerde yangın sezonlarının hem uzadığı hem de şiddetlendiği rapor ediliyor. Mühendisler ve sürdürülebilirlik uzmanları için bu trendleri veri odaklı ve bütüncül şekilde ele almak acil bir gereklilik.

Lokasyon Bazlı İklim Verisi: Binlerce Satır Veriye Son, Anında Rapora Merhaba

Bir önceki bölümde, iklim risk verisi toplamanın ve standarda uyumlu raporlama yapmanın ne kadar meşakkatli olabileceğini tartıştık. Peki, bu kadar karmaşık bir süreci daha verimli hale getirmenin yolu nedir? İşte bu noktada devreye yeni nesil dijital araçlar giriyor.

İklim Risk Analizinde Aşamalar Bir mühendisi veya finans uzmanını düşünün; TSRS, TCFD, Bankalar Birliği gibi çeşitli rehberlerin yanı sıra, uluslararası iklim model verilerine de hâkim olması gerekiyor. Çoğu zaman yapılacak iş adımları şu şekilde özetlenebilir:

  1. Proje Lokasyonunun Belirlenmesi: Farklı coğrafi bölgeler, farklı aşırı hava olaylarına ve iklim dinamiklerine sahip olabilir.
  2. Tarihsel Veri Analizi: Son 20-30 yıllık sıcaklık, yağış ve felaket istatistiklerinin incelenmesi.
  3. Gelecek Senaryoların Seçimi: RCP4.5, RCP8.5 veya SSP bazlı modeller arasından sektöre/şirkete uygun olanının seçilmesi.
  4. Zaman Ufkunun Belirlenmesi: Kısa vadede (örneğin 5 yıl), orta vadede (10-15 yıl) ve uzun vadede (15+ yıl) farklı risk öngörüleri oluşturmak.
  5. Risk Tiplerinin Tanımlanması: Sel, fırtına, kuraklık, sıcak hava dalgası, deniz seviyesi yükselmesi vb.
  6. Veri Kaynaklarının Entegrasyonu: Meteoroloji, IPCC, Copernicus, ulusal ve bölgesel veri tabanları.
  7. Haritalandırma ve Raporlama: Sonuçların proje sahipleri veya yöneticiler açısından anlaşılır biçimde sunulması.

Çoğu organizasyon bunların tamamını manuel yöntemlerle veya Excel benzeri genel amaçlı araçlarla yapmaya çalıştığında, hem zaman kaybediyor hem de çok sayıda veri entegrasyon hatası riski oluşuyor.

UrClimate Next: Neden Fark Yaratıyor?UrClimate Next” adını verdiğimiz SaaS çözümü, bu yedi adımı büyük ölçüde otomatikleştiriyor. Yapmanız gereken tek şey, proje lokasyonunu harita üzerinde işaretlemek. Sistem, o lokasyonun geçmiş ve gelecek dönem (örneğin 2030, 2050, 2100 vb.) sıcaklık-yağış projeksiyonlarını, olası sel ve kuraklık haritalarını, hatta ekstrem olay istatistiklerini tek tıkla önünüze getiriyor. Bu veriler, TSRS ya da TCFD uyumlu bir rapor hazırlamak isteyen profesyoneller için doğrudan “kullanıma hazır” formata dönüştürülüyor.

Kullanıcı Dostu Arayüz Birçok veri kaynağını aynı panelde görüp geçmiş, güncel ve gelecek projeksiyonları kıyaslama imkânı, aynı zamanda hataya açık manuel süreci de ortadan kaldırıyor. Örneğin, Bankalar Birliği’nin beklediği “fiziksel risk ısı haritası”nı tek ekranda inceleyebilir, senaryolar arasında anında geçiş yaparak farklı varsayımların sonucunu hızlıca görebilirsiniz.

Çoklu Sektörel Yaklaşım Her sektör farklı risklerle karşı karşıya olduğundan, UrClimate Next’teki analiz modülleri inşaat, enerji, tarım, lojistik gibi farklı alanlara özel olarak tasarlanmıştır. Böylelikle mühendis kökenli bir sürdürülebilirlik danışmanı, enerji santrali lokasyonu için sıcaklık ve yağış trendlerini önceliklendirirken; finans kökenli bir banka yöneticisi, kredi portföyündeki projeleri coğrafi konumlarına göre toplu analiz edebilir.

Hızlı Uyumluluk ve Raporlama TSRS standartları veya TCFD rehberleri, verilerin nasıl raporlanması gerektiğine dair belirli şablonlar ve metrikler sunar. UrClimate Next, bu formatlara uygun rapor çıktısı almanızı otomatik hale getirir. Böylece raporun hazırlanması, haftalar yerine günler veya saatler alır. Aynı zamanda, standartlar güncellendiğinde sistem de otomatik güncellenerek kullanıcıyı en yeni gerekliliklerle uyumlu tutar.

UrClimate ile Bilgi Desteği Bu teknik altyapının yanında, iklimriskleri.com gibi sektör uzmanlarını ve güncel gelişmeleri takip eden bir platform üzerinden, kullanıcılar sürekli olarak eğitim içeriklerine ve örnek vaka analizlerine de erişebilirler. Uygulamalı rehberlik sayesinde, teknolojik çözümün sağladığı verileri nasıl yorumlayacaklarını daha iyi kavrarlar.

Sonuç: Zorlu Süreci Kolaylaştıran Otomasyon Özetle, TCFD gibi global rehberlerden TSRS gibi ulusal standartlara uzanan geniş yelpazedeki beklentileri karşılamak, geleneksel yöntemlerle son derece karmaşık ve zaman alan bir iştir. Bununla birlikte UrClimate Next gibi SaaS tabanlı çözümler, otomatik veri toplama, senaryo analizi, haritalandırma ve raporlama işlevlerini tek çatı altında sunarak hem hata payını azaltıyor hem de hız kazandırıyor. Günün sonunda, kurumlar iklim risklerini çok daha bütüncül ve güvenilir şekilde yönetirken, “acaba hangi veriyi nereden alacağız?” sorusunu da geride bırakmış oluyorlar. Bu sayede sürdürülebilirlik uzmanları, mühendisler ve finans profesyonelleri ana iş stratejilerine daha fazla odaklanabiliyor.

Orman Yangınlarının Sanayi ve Enerji Tesislerine Riski

Orman yangınları, iklim değişikliğinin en yıkıcı fiziksel risklerinden biridir ve sanayi tesisleri ile enerji altyapıları üzerinde ciddi tehdit oluşturur. Şiddetli orman yangınları, fabrikalar, rafineriler veya enerji santralleri gibi tesislere doğrudan zarar verebilir, hatta tamamen yok olmalarına yol açabilir​. Örneğin, yenilenebilir enerji projeleri arasında yer alan rüzgar ve güneş enerji santralleri bile yangınlardan etkilenebilir; yangın dumanı ve ısı, güneş panellerinin verimini düşürebilir, enerji iletim hatlarında arızalara neden olabilir​. Bu riskler sadece fiziksel hasarla sınırlı değildir: Yangınlar sebebiyle oluşan uzun süreli elektrik kesintileri, işletmeler için kesinti süreleri ve gelir kayıpları yaratır. Ayrıca, artan sigorta primleri ve bakım masrafları gibi dolaylı maliyetler de şirketlerin karşılaşacağı diğer sorunlardır.

Yenilenebilir Enerji Projelerinde Orman Yangını Örneği

Rüzgar enerjisi santralleri gibi yenilenebilir projeler, orman yangını riskine karşı özel önlemler almayı gerektirir. Bir rüzgar santralinin işletme güvenliği, çevresindeki orman yangını tehlikesinin düzeyine bağlı olarak ciddi şekilde etkilenebilir​. Saha ve iletim hatları için yangın riskini önceden analiz etmek, tesis sahiplerinin kuru ot ve yanıcı bitki örtüsünü temizleme, yangın söndürme ekipmanlarını hazır bulundurma gibi proaktif adımlar atmasını sağlar​. Örneğin, 2023 yılında dünya genelinde yaşanan büyük orman yangınları, birçok güneş ve rüzgar enerjisi projesinin geçici olarak durmasına veya verim kaybına uğramasına neden olmuştur. Bu tür olaylar, sürdürülebilir enerji yatırımlarının iklim risklerine karşı dayanıklılığını artırmanın önemini göstermektedir.

Varlık Yatırımları ve Finansal Risk

Büyük varlık yatırımları (örneğin bir şirketin fabrika, enerji santrali veya altyapı yatırımı) orman yangınlarının yarattığı fiziksel risklerle karşı karşıyadır. İklim değişikliğiyle birlikte daha sık ve şiddetli hale gelen yangınlar, yatırımın değerini olumsuz etkileyebilir. Küresel ölçekte 2017-2021 arasında orman yangınlarının yol açtığı zararların, önceki beş yıla kıyasla dokuz kat artarak toplam 81.6 milyar ABD dolarına ulaştığı tahmin edilmektedir. Bu durum, orman yangınlarının artık yatırımcılar tarafından ciddi bir finansal risk unsuru olarak görülmesine yol açmıştır. Uluslararası raporlama çerçeveleri de (örneğin TCFD), şirketlerin bu tür akut fiziksel riskleri tanımlamasını ve finansal planlamalarında dikkate almalarını tavsiye etmektedir. Dolayısıyla, varlık yatırımlarını yangın riskine karşı güvence altına almak isteyen kurumların, bu riskleri ölçebilecek ve yönetebilecek veri ve araçlara yönelmesi kritik hale gelmiştir.

UrClimate Score Verileriyle Risk Ölçümü

Orman yangını riskinin nicel olarak ölçülmesi, şirketlerin proaktif önlemler alabilmesi ve risk yönetim stratejileri geliştirebilmesi için temel oluşturur. UrClimate Score verileri, tam bu noktada devreye girerek orman yangını riskini mekânsal ve dönemsel olarak skorlamaya imkan tanır​. Bu sistem, güvenilir meteorolojik ve topografik ham verileri yüksek doğruluklu algoritmalarla işleyerek belirli bir coğrafi nokta için yangın tehlikesini hesaplar. Örneğin, UrClimate Score, bir yatırım lokasyonunda mevcut orman yangını tehlikesini ve farklı iklim senaryoları altında 2050 yılına kadar beklenen risk seviyelerini yıl bazında sunabilir​. Bu sayede mühendisler ve sürdürülebilirlik uzmanları, bir fabrikanın veya enerji tesisinin ileriye dönük yangın risk profilini net bir şekilde görebilir. Yüksek mekânsal çözünürlüklü veri (şehir içinde hatta mahalle düzeyine inebilen) sayesinde de risk değerlendirmesi son derece detaylı hale gelir​. Sonuç olarak, UrClimate Score, orman yangınları gibi afet risklerinin sayısallaştırılması ve haritalandırılması konusunda yenilikçi ve tamamlayıcı bir veri sunarak karar vericilere rehberlik etmektedir.

TSRS ve Uluslararası Standartlara Uyumun Önemi

İş dünyasında iklim risklerinin şeffaf bir şekilde raporlanması, hem yasal zorunluluklar hem de paydaş beklentileri nedeniyle gittikçe önem kazanıyor. Türkiye’de yeni yayımlanan Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), iklimle ilgili risk ve fırsatların açıklanmasını belli ölçekten büyük şirketler için zorunlu hale getirmiştir​. TSRS, küresel ISSB’nin S1 ve S2 standartlarıyla tam uyumlu olup, şirketlerin iklimle ilgili fiziksel risklerini (örn. orman yangınları) ve geçiş risklerini raporlamasını şart koşar. Bu çerçevede, orman yangını riski gibi konuların şirket raporlarında açıkça ele alınması gerekmektedir. Uluslararası ölçekte ise TCFD (İklimle Bağlantılı Finansal Açıklamalar Görev Gücü) önerileri, finansal raporlarda iklim risklerinin senaryo analizleriyle birlikte değerlendirilmesini tavsiye etmektedir. TSRS ve TCFD gibi standartlara uyum, sadece yasal bir gereklilik olmakla kalmaz; aynı zamanda şirketlerin yatırımcı güvenini korumasına ve uzun vadeli stratejilerini sağlamlaştırmasına yardımcı olur​. Özetle, orman yangınları gibi varlık yatırımlarını tehdit eden risklerin, UrClimate Score gibi bilimsel verilere dayalı araçlarla ölçülüp raporlanması, hem yasal uyum açısından hem de sürdürülebilir bir iş stratejisi için vazgeçilmez hale gelmiştir.

TSRS ve Küresel Raporlama Standartlarında Fiziksel İklim Riski Karşılaştırması

İklim değişikliğinin yol açtığı fiziksel riskler – örneğin şiddetli hava olayları, aşırı sıcaklık dalgaları, seller ve uzun vadeli iklim kaymaları – işletmeler için giderek daha kritik bir gündem maddesi haline geliyor. Bu riskler şirketlerin varlıklarına doğrudan zarar verebilir, tedarik zincirlerini aksatabilir ve finansal performanslarını ciddi ölçüde etkileyebilir​. Dolayısıyla, fiziksel iklim risklerini anlamak ve yönetmek, sürdürülebilirlik stratejilerinin merkezinde yer almalıdır. Nitekim günümüzde sürdürülebilirlik raporlaması, bir işletmenin iklim değişikliğine karşı ne kadar kırılgan veya dirençli olduğunu ortaya koyan bir “röntgen” işlevi görmeye başladı​. Şeffaf bir şekilde iklim risklerini raporlayan şirketler, yatırımcılar, müşteriler ve düzenleyiciler nezdinde güven kazanarak uzun vadeli başarı şansını artırıyor. Bu bağlamda, işletmelerin fiziksel iklim risklerini düzenli olarak raporlaması hem paydaşların bilinçli kararlar alması için hayati önem taşır hem de şirketlerin bu riskleri proaktif biçimde yönetmesini teşvik eder.

TSRS ve Küresel Standartlar Karşılaştırması

TSRS’nin Fiziksel İklim Riski Yaklaşımı

Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları (TSRS), Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlere yönelik geliştirilmiş ulusal bir sürdürülebilirlik raporlama çerçevesidir​. 29 Aralık 2023’te yayımlanıp 1 Ocak 2024 itibariyle yürürlüğe giren TSRS, belirli büyüklükteki şirketler için iklimle ilgili finansal açıklamaları zorunlu hale getirmiştir​. TSRS’nin ikinci standardı olan TSRS 2: İklimle İlgili Açıklamalar, işletmelerin iklim değişikliğinden kaynaklanan risk ve fırsatları nasıl yönettiklerini detaylı bir biçimde raporlamalarını şart koşar​. Bu kapsamda TSRS 2, özellikle fiziksel iklim risklerine (ör. sel, fırtına, kuraklık gibi olaylar) odaklanarak şirketlerin kısa, orta ve uzun vadede iklime bağlı maruziyetlerini değerlendirmelerini ister. TSRS, şirketlere bu riskleri yönetmeleri için yerel düzeyde rehberlik etmeyi amaçlayan yönlendirme odaklı bir yapıya sahiptir. Örneğin, TSRS kapsamında yayımlanan sektör bazlı uygulama rehberi, 68 alt sektör için iklimle ilgili açıklama ve metriklere dair detaylı yol gösterici bilgiler sunmaktadır​.

Bu rehber, her bir sektörün kendine özgü fiziksel risklerini ve fırsatlarını nasıl ölçüp raporlayacağına dair öneriler getirerek şirketlere adım adım bir yol haritası sağlamaktadır. Üstelik rehberdeki tavsiyeler ek bir yükümlülük yaratmadan, mevcut raporlama zorunluluklarının anlaşılmasını ve uygulanmasını kolaylaştırmayı hedefler​. TSRS’nin lokal odaklı yaklaşımının bir diğer boyutu da Türkiye’ye özgü uygulama kolaylıkları ve geçiş süreçleridir. Örneğin, TSRS ilk uygulama yılında şirketlere bazı esneklikler tanımıştır; ilk raporlama döneminde önceki yılla karşılaştırmalı bilgi sunma zorunluluğu bulunmamakta ve ilk iki yıl boyunca Kapsam 3 sera gazı emisyonlarını açıklamak mecburi tutulmamaktadır​. Bu gibi geçiş muafiyetleri, şirketlerin raporlama sistemlerini kademeli olarak geliştirmelerine imkân tanırken, TSRS’nin benimsenmesini hızlandırmaktadır. Ayrıca, TSRS kapsamında Türkiye’de bağımsız sürdürülebilirlik denetçileri yetkilendirilmekte ve 2026 itibarıyla yayımlanan iklim raporlarının sınırlı güvence denetimine tabi tutulması planlanmaktadır​. Bu yerel validasyon mekanizmaları, raporlanan fiziksel iklim risk verilerinin doğruluğunu ve güvenilirliğini artırarak hem düzenleyicilerin hem de yatırımcıların gözünde TSRS raporlarının kredibilitesini sağlamaktadır.

Küresel Standartların Fiziksel Risk Kapsamı ve Metodolojisi

Küresel çapta en yaygın kabul gören iklim riski raporlama çerçevelerinin başında TCFD (Task Force on Climate-related Financial Disclosures) ve son dönemde geliştirilen ISSB’nin standartları gelmektedir. TCFD, iklimle ilgili riskleri iki ana kategoriye ayırarak tanımlar: fiziksel riskler ve geçiş riskleri. Fiziksel riskler, iklim değişikliğinin doğrudan etkileri olup akut (ani gelişen) örneğin kasırga, sel, aşırı fırtına gibi olayları veya kronik (uzun vadeli) örneğin ortalama sıcaklık artışı, deniz seviyesinin yükselmesi, yağış rejimlerindeki kalıcı değişimler gibi süreçleri kapsar​. TCFD, şirketlerin bu fiziksel risklere maruziyetini ve bunlara karşı dayanıklılık stratejilerini değerlendirmelerini tavsiye eder. Özellikle senaryo analizi kullanılarak farklı iklim senaryoları altında şirket stratejilerinin ne kadar dayanıklı olduğunun raporlanması, TCFD’nin öne çıkardığı bir metodolojidir​. Böylece yatırımcılar ve paydaşlar, şirketin olası en kötü fiziksel risk senaryolarına karşı hazırlık düzeyini görebilirler.

Diğer tarafta, 2023 yılında Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu (ISSB) tarafından yayınlanan IFRS S2: İklimle İlgili Açıklamalar standardı, TCFD’nin önerilerini küresel bir muhasebe standardı haline getirmiştir. IFRS S2, şirketlerin iklimle bağlantılı fiziksel risklerini ve geçiş risklerini tıpkı finansal veriler gibi şeffaf, karşılaştırılabilir ve tutarlı biçimde raporlamasını zorunlu kılar​. Bu standart, TCFD’nin dört temel unsurunu (Yönetişim, Strateji, Risk Yönetimi, Metrikler ve Hedefler) bünyesine entegre ederek şirketlerden şu bilgileri açıklamasını bekler: iklim değişikliğinin firmanın iş modeline ve finansal durumuna etkileri, fiziksel risk ve fırsatların tanımlanması, bu risklere karşı alınan önlemler ve iklim dirençliliğinin (şirket stratejisinin farklı iklim senaryolarındaki dayanıklılığı) değerlendirilmesi. Örneğin, bir şirket kritik tesislerinin sel veya aşırı sıcaklık riskine ne derece maruz olduğunu, bu riskleri azaltmak için hangi önlemleri aldığını ve iş planının 2°C veya 4°C’lik bir küresel ısınma senaryosunda nasıl etkileneceğini açıklamalıdır. ISSB’nin yaklaşımı, finansal materyalite odaklıdır; yani iklim risklerinden işletmenin nakit akışları, varlık değerleri veya kârlılığı üzerindeki etkisine odaklanılır​. Bu yönüyle IFRS S2 (ve dolayısıyla TSRS) raporlaması, yatırımcı perspektifine uygun bir iklim riski görünümü sunar. Sonuç olarak, küresel standartlar fiziksel iklim risklerini kapsamlı bir metodolojiyle ele alır: risklerin tanımlanması, ölçülmesi (örn. ilgili metriklerle, sıcaklık artışı, yağış değişimi gibi göstergelerle), senaryo analizleriyle geleceğe dönük stres testlerinin yapılması ve alınan aksiyonların şeffafça paylaşılması. Bu yaklaşım, dünyanın neresinde olursa olsun şirketlerin iklim risklerini benzer bir dille ifade etmesini ve paydaşların bu riskleri daha iyi kıyaslamasını sağlar.

TSRS’nin Sunduğu Avantajlar

TSRS, küresel standartlardan yararlanarak oluşturulmuş olmakla birlikte, yerel bağlama uygunluk ve uygulamada kolaylık sağlayan bazı avantajlar sunmaktadır. Öncelikle TSRS, ISSB’nin IFRS S1 ve S2 standartlarını esas alarak geliştirildiği için uluslararası normlarla uyum içindedir​. Bu sayede TSRS’ye göre raporlama yapan bir şirketin açıklamaları, küresel piyasalarda da anlaşılabilir ve geçerli sayılmaktadır. Ancak TSRS bunun ötesinde Türkiye’ye özgü öncelikleri de dikkate alır.

Örneğin, TSRS 2 ile getirilen metrik ve açıklamalar, Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat kapsamındaki Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması (SKDM), AB Emisyon Ticaret Sistemi ve AB Taksonomisi gibi düzenlemelerle de uyumlu olacak şekilde tasarlanmıştır​. Türkiye’de bu alanlarda yürürlüğe girmesi beklenen ulusal düzenlemeler göz önüne alınarak belirlenen hedefler ve açıklama yükümlülükleri, şirketlerin tek seferde birden çok regülasyona uyum sağlamasına yardımcı olur​. Bu, TSRS’nin yerel bağlamı gözetmesinin önemli bir sonucudur: Türkiye’deki şirketler, TSRS raporlamasıyla aynı anda hem ulusal hem uluslararası beklentileri karşılayabilir konuma gelmektedir. TSRS’nin bir diğer avantajı, yukarıda bahsedilen detaylı yol haritaları ve rehber dokümanlarla uygulamayı desteklemesidir.

Sektör spesifik kılavuzlar sayesinde, örneğin bir enerji şirketi ile bir tarım firmasının maruz kaldığı fiziksel iklim risklerinin farklı olabileceği gerçeği dikkate alınarak her birine uygun metrikler önerilmiştir​. Bu da şirketlerin “Ne raporlayacağım?” sorusuna somut cevaplar bulmasını, belirsizliğin azalmasını sağlar. TSRS ayrıca şirketlerin kapasitesini geliştirmek için kademeli bir geçiş süreci öngörmüştür – ilk yıllardaki muafiyetler ve esneklikler bunun örneğidir​. Son olarak, TSRS kapsamında getirilen Türkiye’ye özel validasyon mekanizmaları da önemli bir avantajdır. Sürdürülebilirlik raporlarının bağımsız denetimi ve doğrulanması için KGK tarafından yetkilendirilecek denetçiler, raporların güvenirliğini sağlamaya katkıda bulunacaktır​.

Bu, uluslararası standartlarda henüz zorunlu olmayan bir denetim sürecini ulusal düzeyde hayata geçirerek TSRS raporlarının kalitesini güvence altına alır. Tüm bu avantajlar sayesinde TSRS, Türkiye’deki işletmelerin fiziksel iklim risklerini yerel koşullara en uygun şekilde raporlamasına olanak tanırken, onları küresel raporlama pratiğiyle de entegre etmektedir.

UrClimate Next’in Katkısı

Fiziksel iklim risklerinin etkin yönetimi, büyük ölçüde doğru veri ve projeksiyonlara zamanında erişebilmekle mümkündür. Hem TSRS kapsamında hem de küresel standartlara göre raporlama yaparken, şirketlerin güvenilir iklim verilerine ihtiyaç duyduğu noktalarda UrClimate Next önemli bir boşluğu dolduruyor. UrClimate Next, hızlı ve valide edilmiş iklim projeksiyon verilerini doğrudan sürdürülebilirlik uzmanlarına, yatırımcılara ve şirket yöneticilerine sunan yenilikçi bir platformdur. İklim risk analizini genellikle karmaşık ve zaman alıcı kılan veri toplama sürecini tek bir noktada basitleştirir. Bulut teknolojisi, IoT (nesnelerin interneti) cihazları ve gelişmiş analitik yöntemler kullanarak dünya genelinde milyonları etkileyen hava olaylarını ve iklim verilerini tek bir platformda bir araya getirmektedir​. Bu sayede kullanıcılar, farklı kaynaklardan veri derlemek yerine UrClimate Next üzerinden gerçek zamanlı ve bölgesel iklim risk göstergelerine ulaşabilir, iklimi yakından takip ederek doğru risk yönetimi kararları alabilir​.

UrClimate Next’in bir diğer öne çıkan özelliği, bilimsel olarak güvenilir ve yüksek çözünürlüklü iklim öngörülerini kullanıcı dostu bir şekilde sunmasıdır. Platform, kapsamlı tarihsel verileri ileri düzey iklim modellemeleriyle birleştirerek belirli bir bölge veya varlık için gelecekte beklenen iklim eğilimlerini ortaya koyar. Örneğin, Türkiye’de belirli bir üretim tesisinin önümüzdeki 20 yılda karşılaşabileceği ortalama sıcaklık artışı, aşırı yağış frekansı ya da kuraklık riski gibi göstergeler, UrClimate Next ile birkaç tıkla erişilebilir hale gelir. Bu veriler, akademik kurumlar ve meteoroloji otoriteleriyle iş birliği içinde validasyon süreçlerinden geçirilerek sunulduğu için karar alıcılar tarafından güvenle kullanılabilir. Platform; harita tabanlı görselleştirmeler, risk skorlamaları ve senaryo bazlı analiz araçları ile donatılmıştır. Nitekim UrClimate, tarihsel hava durumu verilerini işleyerek geliştirdiği UrClimate Score sistemiyle pek çok meteorolojik tehlike için lokasyon bazlı risk skorları üretmektedir​. Bu tür skorlar ve haritalar, belirli bir bölgenin geçmişten geleceğe nasıl bir trend izlediğini somut biçimde göstererek fiziksel risklerin sayısallaştırılmasını mümkün kılar. Örneğin, bir yatırım yapılması planlanan lokasyonda dolu fırtınalarının sıklığı veya şiddetindeki artış trendi, platform üzerinden öngörülebilir ve bu bilgi yatırıma dair kararları şekillendirmede kullanılabilir​.

UrClimate Next, sürdürülebilirlik uzmanları ve şirket yöneticileri için TSRS raporlamasında ihtiyaç duyulan fiziksel risk verilerini zahmetsizce sağlar. Aynı zamanda yatırımcılar için de değerli bir araçtır; zira bir yatırım portföyündeki şirketlerin coğrafi konumlarına göre maruz kalabilecekleri iklim risklerini objektif verilere dayanarak değerlendirme olanağı sunar. Böylece, iklim riskleri finansal analizlerin bir parçası haline getirilirken, bu risklerin somut ve anlaşılır şekilde ifade edilmesi mümkün olur. Özellikle TSRS ve TCFD gibi standartların talep ettiği senaryo analizleri ve iklim dirençliliği değerlendirmeleri, UrClimate Next’in sağladığı projeksiyon verileriyle çok daha hızlı ve güvenilir şekilde yapılabilir. Örneğin, platformun sunduğu verilerle bir şirket, 2030 veya 2050 yılına dair farklı karbon emisyon senaryolarında (ör. iyimser ve kötümser iklim senaryoları) maruz kalacağı fiziksel risk düzeyini modelleyebilir. Bu da şirketin TSRS 2 kapsamında açıklaması gereken iklim dirençliliği konusunda somut içgörüler elde etmesini sağlar. Kısacası, UrClimate Next uzmanların ve yöneticilerin fiziksel iklim risklerini derinlemesine anlamasına ve bu anlayışı eyleme dönüştürerek stratejik kararlar almasına yardımcı olan güçlü bir teknoloji altyapısı sunar​. Hız, güvenilirlik ve yerellik kombinasyonu sayesinde, iklim riski verilerini yönetim süreçlerine entegre etmek hiç olmadığı kadar kolaylaşmaktadır.

SONUÇ

Fiziksel iklim risklerinin yönetimi, artık şirketlerin vazgeçilmez bir sorumluluğu haline gelmiştir. Bu riskleri doğru anlamak ve şeffaf biçimde raporlamak, hem yasal uyum hem de rekabetçilik açısından kritik faydalar sağlar. TSRS ve küresel raporlama standartları birbirini tamamlayıcı şekilde kullanılabilir: TSRS, Türkiye’ye özgü düzenleyici gereklilikleri karşılayarak yerel uyumu sağlarken, ISSB’nin küresel standartları (ve TCFD gibi çerçeveler) uluslararası paydaşların beklentilerine hitap eden bir çerçeve sunar​. Şirketler TSRS’ye uygun raporlama yaparken aynı zamanda mümkün olduğunca GRI veya Avrupa Sürdürülebilirlik Standartları (ESRS) gibi diğer standartlara da referans vermek suretiyle çifte önemlilik perspektifini göz önünde bulundurabilir. Bu sayede tek bir entegre rapor, birden fazla platformda kabul görecek içerik barındırabilir​. Bunun getirisi olarak yeşil finansa daha kolay erişim, yatırımcı ve müşteri nezdinde itibar artışı, uluslararası iş ortaklıklarında uyum avantajı gibi sonuçlar elde edilecektir​. Dahası, iklim ve sürdürülebilirlik risklerine karşı hazırlıklı olan işletmeler uzun vadede daha dirençli ve rekabetçi hale gelirler​.

Elbette, standartlar ne kadar iyi olursa olsun, karar vericilerin ihtiyaç duyduğu şey eyleme dönük içgörülerdir. Tam da bu noktada UrClimate Next gibi gelişmiş iklim analitiği araçları, TSRS ve küresel standartların ortaya koyduğu çerçevenin hayata geçirilmesini hızlandıran bir değer önerisi sunmaktadır. TSRS 2’nin nihai amacı, iklim risk ve fırsatlarının şirket stratejisine nasıl entegre edildiğine dair kapsamlı bir bakış açısı sunarak yatırımcıların bilinçli kararlar almasını desteklemektir.

UrClimate Next, sağladığı güvenilir veriler ve analizlerle bu amaca hizmet eder: Karar alıcılar, karmaşık iklim projeksiyonlarını hızlıca analiz ederek somut aksiyon planları geliştirebilir. Sonuç olarak, TSRS ile küresel raporlama standartlarının birlikte kullanılması, şirketlere stratejik bir avantaj kazandırırken, UrClimate Next gibi araçlar bu avantajın gerçeğe dönüşmesine yardımcı oluyor. İklim risklerinin yönetimini bir yükümlülükten ziyade geleceğe yatırım olarak gören şirketler, sürdürülebilirlik yarışında bir adım öne geçecektir. Bu şirketler için fiziksel iklim risklerini raporlama süreci, sadece uyum sağlama değil aynı zamanda değişen iklim koşullarında işlerini dayanıklı ve fırsatlara açık kılmanın anahtarıdır.